28.12.10


i'd trade all of my tomorrows for one single yesterday to be holding bobby's body next to mine.
freedom is just another word for nothing left to loose, nothing, that's all that bobby left me.

24.12.10

my dirty red bandana.


hiçbir kaya üzerindeki kırk kilo ağırlığı hissedemezken ve ben hala akan burnumu koluma sürerken, çiçek kokulu selpak kullanan bir insanın benden, içtiğim sigaradan ve tutarsızlıklarımdan hoşlanmasını bekleyemem.


jöleli şarkıları sevse. belki.

15.12.10

i got the silver.

13.12.10

ben istiyorum ki;

sevildiğim bütün günlerde güneş açsın. sevdiğim bütün adamlar güzel müziklere eşlik etsin. sevdiğim bütün kadınlar ince elbiseler giysin.

ve ben hep sevilmek istiyorum.

12.12.10

pull harpoon.

kadın adama sıkı sıkı sarıldı, omzunu başına yaslayıp. high hopes çalıyordu. istediği adamın da ona sarılmasıydı. adam çoktan kendinden geçmişti. 38 yaşındaydı.

30.11.10

wave my freak flag high.

bu akşam sokakta duran kediye pişt deyip dil çıkardım. tamamen şuursuzdum.

27.11.10

önce adem, sonra havva. inanma en büyük yalan. her meyve başka başka çiftleşmenin devamı.
aşk da zaten böyle bir şey, öküz altında aramazsan buzağı.


hadi ya dersin inanmazsın.


devlet kuşu kuş mudur.
şişhane yokuş mudur.

19.11.10

günde dört paket jelibonla beslenen insan dünyanın en güzel insanıdır.

7.11.10

my life according to rolling stones.

zerzevatadamlı mim şudur. şu.
açıklamaya fazla da gerek yoktur.




Pick your Artist:
rolling stones

Male or female:
honky tonk women

Describe yourself:
soul survivor:D

How do you feel:
pretty beat up

Describe where you currently live:
in another land.

If you could go anywhere, where would you go:
it must be hell.

Your favorite form of transportation:
silver train.

Your best friend is:
suzie q.

What's the weather like:
fool to cry.

Favorite time of day:
the last time.

If your life was a TV show, what would it be called:
sympathy for the devil

What is life to you:
out of control.

Your fear:
just my imagination.

What is the best advice you have to give:
lets spend the night together.

Thought for the Day:
you cant always get what you want.

How I would like to die:
as tears go by.

My soul's present condition:
let it rock.

My motto:
i know its only rock and roll but i like it!




etjsrryi pink zeppelini ve mr brownstoneu mimliyorum ve de bu yazıyı okumuş olan herkesi.
şimdi psy101 çalışmam lazım canlar. siya.

ben kendi halimde yaşarım şapkamın altında
sebepsiz gülüşüm caddelerde, memnuniyetimden.





rock me amadeustaki bazı yazılarımı zaman zaman buraya taşıycam çünkü i miss rock me amadeus zaman zaman.

4.11.10

lets roll another one bites the dust'n bones.

28.10.10

lay here lazy.

bugün uyandığımda, orada değildin oynamak için
o zaman seninle olmak istedim.
bana gözlerini açtığında, gökyüzüne aşkını fısıldadığında
seninle kalmak istedim
kendi içimde yalnız ve gerçekdışıyım
ve öpüşün,
hep çok güzel olacak benim için.

r.k.

27.10.10

rain all day and i dont mind.



never find another to put sugar on my tongue.

12.10.10

i'm just an ass in the crack of humanity.

pazar günleri... şimdilerde... sokak aralarından geçerken... gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... evlerin pencere camları buharlaşmışsa... odaların içine asılmış çamaşır görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek.......isterim hep.





30.9.10

rencide olmasın diye ismini vermek istemediğim arkadaş kapının önündedir, telefon açar.

- melike kapıyı açar mısın?
- noldu ne unuttun?
- ayakkabılarımı.
uzaklaştım gittim bin ışık yılı.

i almost want you back.



yeni bir dark side harikası yaratmama az kalmış gibi görünüyor.
ilk göz ağrısım budur.


here i go again.

28.9.10

part time badanacılık yapıyorum. kendi evimi boyadım dün. mahallemizdeki deli kadın ve kızını gördüm sanırım. belki de onlar değildir ama bence onlardı, deli gibilerdi. göz süzsem sataşıcak gibi duruyolar çünkü. ama niye göz süzeyim ki, asla göz süzmem. pencerem çok komik bi yere bakıyo. neresi tam anlatamam belki çünkü türkçem kıt olabilir o manzarayı anlatma konusunda. manzara dediysem teraslı katlı bi evim yok boğazı kesen. boğazkesen. şapşal komikli şeyleri bazen öpesim geliyo. böyle kandan candan bişey olsa mesela evime alır beslerim heralde. mahalle diyodum. yeni mahallemde şu güne kadar hiç olmadığı kadar çocuk var, yağmur gibi yağmışlar. ve evet hepsinin aklı evvel, buna and içerim. bi tanesi anne tırmandın mı diye çığlıklar atıyodu az önce ve ben hayatımda ilk kez duydum bu cümleyi. ve şu yazıyı okuyanların %94.6 sı da daha önce duymamıştır, i bet.daha ne cümleler duyucam belki. içimdeki topunuzu keserim ninesini durduramıyorum doslar, veledlerin topu bizim bahçemsiye kaçtığında pencereyi açıp çocuklara güldüm, topunuzu keserime level level yaklaşıyorum bence. topunuzu keserim chapter 1 has been completed doslar. belki de hepsi potansiyel aynştayndır, ben hiç bi boktan anlamayan aptalımdır ama o anne nereye tırmanıyo görmek isterdim. zira tam tırmanmalık yerlerde oturuyorum. manzara, çok garip anlatsam da kimse hayalinde canlandıramaz bence, bir gün uslu çocuk olursanız da yolunuz buraya düşerse manzarettemi görürseniz siz de kimseye anlatamazsınızdır bence. mesela kaldırım var, çok ilginç değil mi. değil. ilginç yanı şu ki, kaldırım odamdaki balkondan yukarda. balkonumun hemen yan duvarındaki penceremin altında iki kat daha daire var ama. ve manzaram, let me try, ağaçlı bi yere bakıyo yukarı bakınca hafiften gerizekalı mahalle çocuklarının ortada kuyu var yandan geş oynadıkları yolu görüyorum, parmaklık gibi şey var yolun kenarında ve aşağıda ağaçlar, bahçemsi bişey ve yukarda da ben falan, mama tried. duvarım demiştim. bu arada berlin duvarında resmen adımın yazdığını şurdan açıklıyorum. wall de melikşah yazmış görglülü. duvarım. şurdan burdan yürüttüğüm posterler var, bi gün çivi çakmayı öğrenirsem güzel günler göreceğiz. ama çok güzel badanacılık örneği sergiledim. iki duvar mor iki duvar şampanya rengi. param olursa lacivert boya istiyorum. çünkü lacivert çok güzel. olmazsa doğumgünümün yaklaştığını bilin. yandaki kutucukta yazan güne çok var demeyin, sayılı gün çobuk geçer. aslında diyeceğim çok şey var, ama şuan dışarı çıkmam lazım gelmekte. işbu yazı aslında hiç okunmasa da olur aslında, kaydadeğmez. işbu da bana küçüklüğümden beri işte bu ahanda bu der gibi geliyo. belki de gerşekten öyledir. senle konuşuyomuşum gibi hissettim şunları yazarken. neyse bu kadar.

kendime pay çıkardığımdan değil.

"Eğer tüm dünya tembel olsaydı çok güzel bir dünyamız olurdu; savaşsız, atom bombaları olmayan, nükleer silahsız, suçsuz, hapissiz, yargıçsız, polissiz, başbakansız. İnsanlar o kadar tembel olurdu ki bu saçmalıklara ihtiyaç kalmazdı.
Biraz düşünün: Hiç tembel bir insan bu dünyada yanlış bir şey yaptı mı?
Ve hâlâ zavallı tembel insanlar ayıplanır.
Tembel insanlar hiçbir zaman kimseye zarar vermedi, veremezler de. Bu kadar çok sorunla uğraşmazlar. Gerçekten sorunu olanlar, aktif insanlardır."
osho
kısmen doğru olduğunu düşündüğümden.

21.9.10

geceye övgü.

gece uyku zamanı olduğu gibi, düş kurma zamanıdır da. gördüklerimizi, işittiklerimizi, kokladıklarımızı ve düşündüklerimizi sınırlayan diller, formlar, davranış biçimleri ve görsel paradigmalar, kendine özgü bir dili ve biçimi olan düşlerin yapısına aykırıdır. düşlerde renkler, imgeler, insanlar, duygular ve düşünceler özgürce birbirine karışır ve benzersiz bir yaratımda bulunurlar. hatta, öylesine özgürdürler ki, düşler, insan beynini ve vücudunu, gün boyunca yöneten o katı yapılar aracılığıyla yeniden anlatılamazlar.

uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kişiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle yüzleşemeyen kişilerdir aynı zamanda. bu insanlar, gün boyunca, her şeyi izlemekle oyalanırlar. oysa, gece artık izlenecek bişey yoktur. yalnızca, yaşamın o belirgin sesi duyulur içten içe. gündüzden soyutlanmış, kurtulmuş olan anlamsızlık, absürdite, artık saklı değildir. insan yaşadığının daha bilinçli olarak farkındadır, ayrıca ölümün de varolduğunu ayrımsar. "yaşamın anlamı", gece duyumsanır ve sorgulanır. kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. yaşam gecenin konusudur.

16.9.10

önce şu haberi bi okuyun. haber.

haber çok detaylı değil ama umuyorum ki jimmy pagein otobiyografisi gibi değildir akıbeti. fakirlere dönük bi olaysa çok mutlu olucam anlayacağınız. çünkü hiç zengin tanımıyorum ben.

sonra doğumgünüme çok az kaldığını bilin.
123 gün çoktur demeyin. sayılı gün çabuk geçer.



son olarak gelgit yapmak ay'ın görevidir çünkü demek istiyorum.
güzel günler.

12.9.10

melik dream. dreamboat queen.

meraba canım okuyucu, okuyomuş gibi yapıyıcı, yapmıyomuş gibi okuyucu.
sana da meraba güzel çiçek, elleri kolları kınalı adam.
ve sana da kafasının üstünde bulut olan.

herkesin birbirinin nabzını tuttuğu şu günlerde ben de halkımın nabzını bi yoklamak istiyorum. referandum havasında bir anket yapıyorum izninizle.
şöyle ki; hiçbir baskı altında bırakılmadan kendi hür iradenizle oy kullanabileceğiniz bir soru soruyorum. şuraya kadar okuduğunuza göre, üşenmeyip bir tık bloggerlık ya da gagarinerlık hakkınızı kullanmanızı istiyorum:


bana her gün bayram mıdır?


oylama herhangi kar amacı gütmemekle birlikte doğumgünümde son bulacaktır. şerbet dağıtımı için oy kullanan herkesi hisarüstüne beklemekteyim.

hadi bakalım.
orhan pamuk eller cebesoy.

1.9.10

çünkü
şimdi duvarımızdaki yarığa bir
david bowie posteri yapıştırmamız lazım.

29.8.10

bense bi desenden başka bir şey değilim
balık sırtına çizilmiş
bense..
balık sırtına çizilmiş

bense bi balık sırtına
çizilmiş bi desenden
bi de senden bi desene
bi de sensen

sen desenden başka bişiysin
sen de senden başka bişiysin

evrendesin
ev ren de sin



19.8.10

günün en güzel anları gecenin en geç, sabahın en erken olduğu zamanlardır.

sabahın köründe daha gün ışımadan
mahallenin piçleri sokağa fırlamadan

insanların sokakta nispeten daha az olduğu, "meraba, her geçen saniye 7 milyara yaklaşıyoruz" diye çığlıklar atmadığı zamanlardır (7milyarı rakamla yazamıyorum). anormal bi durum olmadığı sürece günün en ayaz saatleridir de. nedeni ise tahmin edilebileceği üzre açık havada çok daha az insan bulunmasıdır. günün muhtelif saatlerinde havayı saldığı gazlarla yeterince kirleten ve ısıtan ortalama insan kapıları ve pencereleri sımsıkı kilitli evinde uyuyarak ve kimi zaman garip sesler çıkararak, bilinçsiz olarak da olsa, evini ısıtma derdindedir. gün içinde zaten kolektif yaşama yeterince katkı sağladığından dolayı, gecelerin kapı ve pencerelerin kilitlenmesi de hiçbir zaman su yüzüne çıkarmak istemediği fakat bilinçaltında ölümüne imparatorluk kurmuş bencilliği yüzündendir.

sakinleşin çocuklar, sakinliğe ihtiyaç var
sessizleşin çocuklar, sessizliğe ihtiyaç var

günün tüm yorgunluğu diğerine devrettiği saatlerdir.

köpeklerin meydan onlara kaldığı ve bi nebze olsun daha özgür oldukları için rahatça itdalaşı yaptıkları, kurbağaların vıraklamalarının arttığı ya da insan dırdırının olmadığı için daha çok duyulduğu, sivrisinek ve bilumum böcek aleminin ortalıkta fink attığı, baykuşların yırttığı saatlerdir.

saat üç, uyumak istiyorum
bir tuvalette çiçekleri sulamak

günün olabilecek en güzel saatleridir.
hem öyle olmasa, bu denli, sanat için soyunulmazdı.
evliliğin neden olduğu sinir hastalıklarının şifası, evlilikte sadakatsizliktir.
~s. freud


"eşler birbirlerine ne kadar sadıksa, hasta olma ihtimalleri de o denli yüksek. ruh hastalıkları, intihar, boşanma, alkolizm ve karıkoca cinayetlerinin en yoğun olduğu 35-44 yaş grubunda eşlere sadakat de en yüksek. tevekkeli değil birbirine sadık anne babalarımız , karı kocalarımız bu denli sağlıksız. farkında değil misiniz, başkalarıyla paylaştığımız, başkalarından az kıskandığımız sevgililerimiz ne kadar sağlıklılar?"

18.8.10

"kafalarınızı kumdan çıkarıp
namlularınıza karanfil sokun
tek ayağıyla sek sek oynayan
asyalı çocuğun kırmayın umudunu"
bugün pazar,
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna
şaşarak kımıldamadan
durdum.


sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.

bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben.
bahtiyarım...



bir cezaevinde tecritteki adamın mektupları-3
insan neyle yaşar?
cevabını birçok insanın çok iyi bildiği, ama çoğunun, bilemediğim sebeplerden ötürü, hep başka şeylerde ve yerlerde aradığı bir soru. evet, insan suyla yaşar.

yaşamayı bu kadar "basite" (eğer şuan konuşuyor olsaydım, basite derken iki elimin baş ve orta parmaklarını tırnak işareti yerine kesinlikle kullanmayacağımı, ironiyi vurgulamak için sadece ses tonumu değiştirmekle yetineceğimi belirtmek isterim) indirgediğim için, organizmanın işleyişini sürdürmesine yaşamak dediğim için karşı çıkanlardan yaşamanın ne olduğunu tanımlamalarını isteyecek değilim.

sevmesiz, hissetmesiz, duymasız; belki de insanı insan yapan denilen hiçbir değer ve kavram olmadan yaşamaya yaşamak demenin bir filin ya da bir deniz yıldızının yaşamasından hiçbir farkı olmayacağına inanmak kişinin kendi bileceğidir. bu durumu ya da aksini hor görecek ya da hoş görecek durumda da değilim.

yine de insanın suyla yaşadığını biliyorum. suyun, yine tüm bencilliğiyle sadece biyolojik olarak yaşamayı sağladığını düşünenlerin gerçekten de sadece biyolojik olarak ve bencilce yaşadıklarına inancım sonsuzdur. suya dokunduğunu, suyu ona dokunarak yaşadığını, suyu yaşadığını; suyu, dokunmayı, yaşamayı hissetmeyen insandan, en basitinden bunu bile yapamayan insandan bir insanı ya da herhangi canlıyı sevmesini bekleyemezsiniz. dokunmasını, gayet tabii, bilebilir bu insan birtakım biyolojik, fizyolojik, içgüdüsel blabla sebeplerden ötürü. ama hissetmesini ve anlamasını bekleyemezsiniz. sandalyeye dokunmakla rüzgara dokunmanın arasındaki farkı hissetmesini de. suya bile değer vermeyen insandan bir başka canlıya değer vermesini bekleyemezsiniz.

ya da beklersiniz. orası sizin bileceğiniz iş. ama ben bekleyemem.
neden bekleyeyim ki?

insan yüce bir varlık değildir.
portakaldan değerli de değildir.

16.8.10

ben ve bütün dünya
bugüne kadar hep sevdiğimiz işleri yaptığımız için
seni anlayamadık kusura bakma.
hor gördük. dışladık.
ama şimdi anlıyoruz.
hatta özür dilerim, özür dileriz.
ben ve bütün insanlık senden özür diliyoruz.
sktiğimin enteli.

15.8.10















melikşah was a bullfrog, was a good friend of mine.

5.8.10

afifeme jaledir bu yazı.

yaşasın sen ben devrim ve sosyalizm.
şöyle biten dünyadaki en ciddiyetsiz bi mektupa sahibim. en can. en ciğer.
hayallerimizi yakıp ısınacağız güneye giderken demişsin, solda güneş yükselecek.
bi de çok sürrealist bi paragraf var bi pınka bok anladıysam w puşt buş olayım.

grand control to major melik.
bin kez sevdiğim.
annabel leem benim.

kezban feat saadettin vardı. bildin mi.
abua?
acord?

yağlı sandalye. bi konferans salonu dolusu sandalyemiz var bizim.
eloyda içlendiğimiz.
son fırtta ya da yudumda hep aynı mevsim, farklı şarkı.

saten pijama üstü ya da zürafalı. beatles temalı mesajlar.

who knows. not me. i never lost control.

ay lav yu. lets go to sleep.

31.7.10

Bir çocuk gelirdi oynamaya çayırlarda,
şimdi yolların uzandığı. Çayırlarda

yalınayak çocuklara rastlayıp sevinçten zıplardı

Güzeldi çıplak ayak olmak çayırda onlarla.

Bir akşam, uzakta ışıklar, silah sesleri yankılanırdı

şehirde ve rüzgarla ulaşırdı korkutucu,

kesik kesik bir uğultu. Susardı herkes.

Tepeler nokta nokta ışıklar saçardı. Gece,

kararan, söndürürdü sonunda her şeyi

ve uykuda rüzgarın serinlikleri sürerdi yalnızca



(Ertesi gün çocuklar yeniden gezmeye çıkarlar

ve kimse anımsamaz uğultuyu. Hapiste

sessiz işçiler vardır ve biri çoktan ölmüştür.

Sokaklarda örtmüş olurlar kan lekelerini.

Uzaktaki şehir uyanır güneşte

ve insanlar dışarı çıkarlar. Yüz yüze bakışırlar.)

Çocuklar o zamanlar dolaşırlardı sokaklarda

ve kadınların yüzüne bakarlardı

Çocuklar düşünürlerdi karanlığında çayırların,

birkaç kızın geldiği. Güzeldi ağlatmak

Kızları karanlıkta. Çocuktuk.

Şehir hoşumuza giderdi gündüz: Akşam, susup

bakmak uzaktaki ışıklara ve dinlemek uğultuları



Gidiyor hala çocuklar oynamaya çayırlara,

yolların eriştiği. Ve gece aynı.

Geçerken oradan kokusu duyuluyor otların.

Hapiste aynı kişiler var. Ve kadınlar var

eskisi gibi, çocuk doğurup bir şey söylemeyen



Cesare Pavese - Çalışmak Yorar (1934)

teşekkürler tlm.


my spaceship knows which way to go.

en sevdiğim çok değer verdiğim iki ciğerimde dans eden bulutların kanıma karıştığının habercisidir titreyen taze ojeli ellerim. kafamdaki otların arasında kendi habitatlarında mutlu mesut yaşayan kurbağalar vraklamayı kesmeyecekler hiç bir zaman tam da bu yüzden.

rüyamda ata demirerler görüyorum. bir sürü. ferhunde hanımlardan farkı olmayan ata demirerler. dilime pelesenk olan şarkıyı onlara ezberletmeye çalışıyorum. ama nafile. bi avuç toprak için yoruyorum kendimi. karşıdan bi adam geliyor. şarkıyı söylemeye başlıyorlar anında ata demirerler. hiç bi işe yaramadığımı düşünmeye başlıyorum. çünkü adam tam da sultan süleyman.

insanların kirpiklerini izliyorum muntazaman. net görebilmek için gözlerimi kısıyorum. ıslık çalıyormuşçasına playback yapıyorum sokakta pantolonu düşmek üzere olan gence. bana bakıyor, utanıyorum. hiç utanılıcak bişey de yapmadım halbuki. arkasından siktir çekme özgürlüğümü kullanıyorum. arkasını dönse bana ne yapabilir ki diye gevrek gevrek gülüyorum hiç belli etmeden. onunsa dünyadan haberi yok tam da o an.

illegal işlerle uğraşıyorum. tanrı beni sorguya çekse vereceğim cevapları yazıyorum kenara köşeye. heyecandan unuturum belki çünkü. aklım tam da, bazen gözüm seyiriyor.


olsun.
ben kurbağaları hep sevdim. bulutları da.

gitme kurbağa. en azından tam da şuan.

29.7.10

serkan özer'e ithafen.


sevgi deyince aklınıza turşu geliyorsa,
nurettin'in neden hala adamın eline vermediğini merak ediyorsanız,
her gelene HEGEL demiyorsanız,
dedeniz ve Kant arasındaki ince çizgiyi damarlarınızdaki asil kanda hissediyorsanız,
afrikadaki sivrisinekler zırnık kadar umurunuzda olmuyorsa,
20 çeşit kahvaltının yanında bir de sevgi istiyorsanız,
köpüşler konusunda fikir birliğine muvaffak olamadıysanız,
ufuk moteli şurdaki müesseseye sormak yerine sora sora bizi buluyorsanız,
serkanın statik hayat felsefesinden nasibinizi aldıysanız*,
kapiden buz gibi limonata aslında anneniz yapmış gibi değilse,
kölelerin size avucundaki diş izlerini göstermelerinden hoşlanmıyorsanız,
çorbacınız sabaha kadar açık kalmıyorsa,
balonun suyla dolacağını biliyorsanız,
canavar size de varsa,
keidiciğin size gelmesi için adamsendeciliği elden bırakmıyorsanız,
dünyadaki kamilleri ve samileri sizden bir parça olarak görüyorsanız,
heartbreakerı yüz kez ardarda dinleyebiliyorsanız,
nemrutun başındaysanız,
yoğurtlu semizotuyla 6 gün yaşamayı göze alıyorsanız,
cenk konusunda bi temel kadar olamıyorsanız,
halaya durmak canlardan en cansa,
her şey için berna laçini izlemeden edemiyorsanız,
minik çakallıklarla mutlu olmayı biliyorsanız,
olmayan evinize bilimum mükemmel posterler biriktiriyorsanız,
komşunuz açken malak gibi dok yatıp biraz vicdan yabıyorsanız,
üşengeçlikten ödün vermeyip yann tiersene gitmiyorsanız,
fakat,
beş saat alem için sekiz saat yolu gözünüz kapalı tepiyorsanız,
böyle de zıtlıklar kumkumasıysanız,
jamaikalılara asla çömçöm muamelesi yapmıyorsanız,
kısa donlu halini bildiğiniz düşmanlar kaderin masum cilveleriyle canınıza canan oluyorsa,
greenday dinlerken yavşakça gülümsüyorsanız,
fırtına hep son fırtınıza denk geliyorsa,
son fırt için teraslı özel yerinizde melankoli yapıyorsanız,
tırtılın sonunun pırpır kelebek olduğuna şarkı yakıyorsanız,
boris vian aşığıysanız,
sek rakıyla sarhoşken ayılmak için su içecek kadar zekiyseniz,
sahte rakıya can kurbansa,
içinizdeki emekli dışınızı yiyorsa,
barlasın kütkütünü paylaşamıyorsanız,
akılınıza şimdilik bu kadar geliyorsa,
aslında aklınıza olduğunu biliyorsanız,
ve bu listenin ne zaman sonlanacağını düşünmeye başladıysanız

bişman olmayacaksınızdır.





*bu technically imkansızdır.

28.7.10

amigo juego besar.


sims düzeyinde ispanyolca biliyorum.
her gün düzenli olarak bunlara gülüyorum.

19.7.10

bir sen. bir ben. bir de mikcegır.

you remind me of the babe.
what babe.
baby with the power.
what power.
power of voodoo.
who do.
you do.
do what.
remind me of the babe.

15.7.10

hiç dinozordun mu.

bi kere dinozormuştum.

12.7.10

hey benim paşa gönlüm.

still got the blues'u gönlümdeki acın hala silinmedi olarak çeviren insan (bkz: asım can gündüz - bir sevgi eseri ), ki kendisi ile oh sister'ı ah bacım şeklinde türkçeye çevirenin birinci dereceden kan bağı bulunmaktadır, buharlaştırılmalıdır. kanımca. karınca kararımca.


bu arada asım can gündüz yabancı devletlerde awesome john gundez olarak anılıyor.
ve peki shakira türk olsaydı adı şakire olurdu. kabul.





oh my pasha desire.
god save the big bro.



anthony'nin cleopatra'ya söylediği gibi bir bira fıçısını açarken..

yavız sen çok yaşa.

adam: metal ölmüş abi.
ironman: olum metal ayrı demir ayrı.
adam:...
ironman: aşkolsun.


*

15.6.10

after midnight!

erik kaçtı gözüme benim.






*

16.5.10

i hurt myself today.

giderdi o. geleceğini söyleyip giderdi. ben, en sevdiğim hırkasını giyip, yarısı boş buzdolabımızın kapağıyla oynamaya koyulurdum, o ufuk çizgisinde kaybolunca. yarım kalan bulutları yerdim, vişne suyu içerdim biraz da. en sevdiğimizdi çünkü vişne suyu. ama onsuz gitmezdi. yarısı boş kalırdı bardağın hep.

boş şişeleri dolaba saklardım. plastik çiçekleri takıp boynuma, dark globe dinlerdim biraz, biraz da söylerdim. uykum gelmezdi hiç o gittiğinde. bütün uykuları uyumuştuk çünkü. ama rüya görmeye devam ederdim, o gittiğinde bile. bütün şaraplarımı içerdi o. bense sarhoş olurdum.

yorgunluk ve mide bulantısı içinde dans ederdim. rüyam bitmeden daha, sızardım tek kişilik yatağımızda. ben uyurken gelirdi o. yine içerdi şaraplarımı. konuşmayı pek sevmezdi, beni uyandırmaya da kıyamazdı hem. bulutları yerdi o da, yarım bırakırdı hep. bardağın diğer yarısını da vişne suyuyla doldururdu, ama içmezdi.

kulağıma geleceğini söyleyip giderdi yine. bense üstüme örttüğü hırkasını giyip el sallardım arkasından, o ufuk çizgisinde kayboluncaya dek.


belki de kaliforniyaya giderdi ama burda olmasa bile burdaydı işte.




but i remember everything.

daybreak.

...

birden bir aynasız küstahça
dedi ki saçım çok uzunmuş
dedi ki botlarım çok kirliymiş
dedi ki şapkam hiç de amerikanvari değilmiş
dedi ki atarmış beni kodese...


nerde o dünün devleri, neden beklemediler burda beni?

kusursuz dünya.

kolay anlaşılan biri sayılmam
zaten hep bundan fazla alınmam
ama isteseydin gelirdim
seninle ben oraya
paris'e ve roma'ya
uzak deyil sevince.




radio someone still loves you.

ıslak çimentoya oturup popo resmi çizen başka bi kız tanımayacaksın.
peki burnundan pudik fışkırtmak ister misin?

iğrenç mi?
ben miyim iğrenç?

üç dilde yalan söyledim.

sen ve ben ikimiz,
camdan evimiz
sesin çok uzak bana
zerzevatadam.

kalk gidelim desem
boş boş bakar anlamazsın
camdan yüzünü öpsem,
mercimekadam.

elin yüzün var ama
kokunu bilmem sıkıldın galiba
bir gün yanına gelsem tanır mısın?
gürbüzüladam.

sen ve ben ikimiz,
camdan evimiz
sesin çok uzak bana
olasılıksızadam.

uyu, yoruldun, uyu

hep yüzün gülüyor orda
yolda seni gördüm mutsuzdun galiba
bugün yanına geldim tanımadın
zürafaadam.

aptal kutu, yoruldun
uyu...




-neden bana bakıyosun?
-çünkü bakıyorum.

22.4.10

daybreak.

kimse duymamıştır böylesine bir acı, bu gece yağmurun altında beklerken duyduğum gibi. herkes bilir yepyeni giysileri olduğunu, ama o bugünlerde boynunda bir fularla. takılır bir kadın gibi. sevişir bir kadın gibi. kıvranır bir kadın gibi. ama küçücük bir kız gibi bırakıp giderken beni.

herkes sanır ki o kutsaldır, herkes gibi olduğunu görene dek; dumanı, anfetaminleri ve incileriyle.

20.4.10

make you banana pancakes.

henüz terziler kendi söküğünü dikemezken,
henüz cerrahlar gecenin karnını yarıp güneşi doğurmamışken
ve sen her gördüğün sokak köpeğini severken, beni niye sevmezdin?

swimming in a fish bowl.

gün son ışıklarını almaya başlar, hala orada, karanlıkta oturmaktadır ve hala daha gözlerinin açık olup olmadığını anlamamaktadır. elleriyle gökyüzüne bakar odasından.

müzik bitti, ışıkları kapatın.