29.8.10

bense bi desenden başka bir şey değilim
balık sırtına çizilmiş
bense..
balık sırtına çizilmiş

bense bi balık sırtına
çizilmiş bi desenden
bi de senden bi desene
bi de sensen

sen desenden başka bişiysin
sen de senden başka bişiysin

evrendesin
ev ren de sin



19.8.10

günün en güzel anları gecenin en geç, sabahın en erken olduğu zamanlardır.

sabahın köründe daha gün ışımadan
mahallenin piçleri sokağa fırlamadan

insanların sokakta nispeten daha az olduğu, "meraba, her geçen saniye 7 milyara yaklaşıyoruz" diye çığlıklar atmadığı zamanlardır (7milyarı rakamla yazamıyorum). anormal bi durum olmadığı sürece günün en ayaz saatleridir de. nedeni ise tahmin edilebileceği üzre açık havada çok daha az insan bulunmasıdır. günün muhtelif saatlerinde havayı saldığı gazlarla yeterince kirleten ve ısıtan ortalama insan kapıları ve pencereleri sımsıkı kilitli evinde uyuyarak ve kimi zaman garip sesler çıkararak, bilinçsiz olarak da olsa, evini ısıtma derdindedir. gün içinde zaten kolektif yaşama yeterince katkı sağladığından dolayı, gecelerin kapı ve pencerelerin kilitlenmesi de hiçbir zaman su yüzüne çıkarmak istemediği fakat bilinçaltında ölümüne imparatorluk kurmuş bencilliği yüzündendir.

sakinleşin çocuklar, sakinliğe ihtiyaç var
sessizleşin çocuklar, sessizliğe ihtiyaç var

günün tüm yorgunluğu diğerine devrettiği saatlerdir.

köpeklerin meydan onlara kaldığı ve bi nebze olsun daha özgür oldukları için rahatça itdalaşı yaptıkları, kurbağaların vıraklamalarının arttığı ya da insan dırdırının olmadığı için daha çok duyulduğu, sivrisinek ve bilumum böcek aleminin ortalıkta fink attığı, baykuşların yırttığı saatlerdir.

saat üç, uyumak istiyorum
bir tuvalette çiçekleri sulamak

günün olabilecek en güzel saatleridir.
hem öyle olmasa, bu denli, sanat için soyunulmazdı.
evliliğin neden olduğu sinir hastalıklarının şifası, evlilikte sadakatsizliktir.
~s. freud


"eşler birbirlerine ne kadar sadıksa, hasta olma ihtimalleri de o denli yüksek. ruh hastalıkları, intihar, boşanma, alkolizm ve karıkoca cinayetlerinin en yoğun olduğu 35-44 yaş grubunda eşlere sadakat de en yüksek. tevekkeli değil birbirine sadık anne babalarımız , karı kocalarımız bu denli sağlıksız. farkında değil misiniz, başkalarıyla paylaştığımız, başkalarından az kıskandığımız sevgililerimiz ne kadar sağlıklılar?"

18.8.10

"kafalarınızı kumdan çıkarıp
namlularınıza karanfil sokun
tek ayağıyla sek sek oynayan
asyalı çocuğun kırmayın umudunu"
bugün pazar,
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna
şaşarak kımıldamadan
durdum.


sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.

bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben.
bahtiyarım...



bir cezaevinde tecritteki adamın mektupları-3
insan neyle yaşar?
cevabını birçok insanın çok iyi bildiği, ama çoğunun, bilemediğim sebeplerden ötürü, hep başka şeylerde ve yerlerde aradığı bir soru. evet, insan suyla yaşar.

yaşamayı bu kadar "basite" (eğer şuan konuşuyor olsaydım, basite derken iki elimin baş ve orta parmaklarını tırnak işareti yerine kesinlikle kullanmayacağımı, ironiyi vurgulamak için sadece ses tonumu değiştirmekle yetineceğimi belirtmek isterim) indirgediğim için, organizmanın işleyişini sürdürmesine yaşamak dediğim için karşı çıkanlardan yaşamanın ne olduğunu tanımlamalarını isteyecek değilim.

sevmesiz, hissetmesiz, duymasız; belki de insanı insan yapan denilen hiçbir değer ve kavram olmadan yaşamaya yaşamak demenin bir filin ya da bir deniz yıldızının yaşamasından hiçbir farkı olmayacağına inanmak kişinin kendi bileceğidir. bu durumu ya da aksini hor görecek ya da hoş görecek durumda da değilim.

yine de insanın suyla yaşadığını biliyorum. suyun, yine tüm bencilliğiyle sadece biyolojik olarak yaşamayı sağladığını düşünenlerin gerçekten de sadece biyolojik olarak ve bencilce yaşadıklarına inancım sonsuzdur. suya dokunduğunu, suyu ona dokunarak yaşadığını, suyu yaşadığını; suyu, dokunmayı, yaşamayı hissetmeyen insandan, en basitinden bunu bile yapamayan insandan bir insanı ya da herhangi canlıyı sevmesini bekleyemezsiniz. dokunmasını, gayet tabii, bilebilir bu insan birtakım biyolojik, fizyolojik, içgüdüsel blabla sebeplerden ötürü. ama hissetmesini ve anlamasını bekleyemezsiniz. sandalyeye dokunmakla rüzgara dokunmanın arasındaki farkı hissetmesini de. suya bile değer vermeyen insandan bir başka canlıya değer vermesini bekleyemezsiniz.

ya da beklersiniz. orası sizin bileceğiniz iş. ama ben bekleyemem.
neden bekleyeyim ki?

insan yüce bir varlık değildir.
portakaldan değerli de değildir.

16.8.10

ben ve bütün dünya
bugüne kadar hep sevdiğimiz işleri yaptığımız için
seni anlayamadık kusura bakma.
hor gördük. dışladık.
ama şimdi anlıyoruz.
hatta özür dilerim, özür dileriz.
ben ve bütün insanlık senden özür diliyoruz.
sktiğimin enteli.

15.8.10















melikşah was a bullfrog, was a good friend of mine.

5.8.10

afifeme jaledir bu yazı.

yaşasın sen ben devrim ve sosyalizm.
şöyle biten dünyadaki en ciddiyetsiz bi mektupa sahibim. en can. en ciğer.
hayallerimizi yakıp ısınacağız güneye giderken demişsin, solda güneş yükselecek.
bi de çok sürrealist bi paragraf var bi pınka bok anladıysam w puşt buş olayım.

grand control to major melik.
bin kez sevdiğim.
annabel leem benim.

kezban feat saadettin vardı. bildin mi.
abua?
acord?

yağlı sandalye. bi konferans salonu dolusu sandalyemiz var bizim.
eloyda içlendiğimiz.
son fırtta ya da yudumda hep aynı mevsim, farklı şarkı.

saten pijama üstü ya da zürafalı. beatles temalı mesajlar.

who knows. not me. i never lost control.

ay lav yu. lets go to sleep.